Düşünmeyi, hele sorgulamayı sevmeyen bir millet olduğumuzu kabul edelim. Ezberciliğin rahat yatağı hemen hepimizin vazgeçilmez gözdesi. Hem neden düşünelim ki? Bellediklerimiz yetiyor da artıyor bize.
Oysa tarih bizi doğrulamak için tutulmuş bir dalkavuk veya gönlümüzü eğlendirecek bir soytarı değildir. Onun da kendi şahsiyeti, doğruları olduğuna saygı göstermezsek yaptığımız iş tarih değil, tarih sirki olur.
Aykırı bir şey söylendi mi “Söyletmen, urun!” naraları atılan bir ülkede tarih de, kültür de, bilim de güdük kalır. Tam tersine, kendisini doğrulayan kanıtlar kadar yanlışlayanları da ısrarla aramalıdır tarihçi. Belki de hakikat bakmadığımız tarafta bize göz kırpmaktadır. Olamaz mı?
Mesela “Sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” vecizesinin Atatürk’e ait olduğunu papağan gibi tekrarlayanlara en susturucu cevabı bizzat Atatürk’ün vermesine de şaşalım o zaman. Yazan da kim: Afet İnan, yani manevî evladı. Belleten dergisinin Ocak 1958 tarihli 85. sayısında manevî babasının ağzından şu cümleyi yazmıştır:
“Sağlam dimağ, sağlam vücutta bulunur” sözünü atalarımız boşuna söylememişlerdir.”
Züccaciye dükkânınız tarumar mı oldu? Afet İnan bile 65 yıldır sizi uyandıramadıysa ne zaman ayılacaksınız?
İşte yine Türk Tarih Kurumu’un çıkardığı Belleten’in Ocak 1981 tarihli sayısında son derece çarpıcı bir belge yayınlanmış ama yine bildiklerini okuyorlar. Bilal Şimşir’in Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nde bulduğu belgede M. Kemal Suriye ve Suriyelilerle ilgili çok ilginç tespitlerde bulunmuş. 21 Aralık 1937 gecesi Ankara’yı ziyaret eden zamanın Suriye Başbakanı Cemil Mardam ile arkadaşı Adil Arslan beylere hitaben yaptığı konuşma, üzerinden ancak 44 yıl geçtikten sonra gün yüzü görebilmiş.
Basına muhtevasından tek bir cümle yansıyan hitabenin ilginç taraflarından biri, Antakya üzerindeki iddiamızın başladığı günlere denk gelmiş olması. Bu sırada Suriye halkının Türklerle aynı kökenden geldiğinin dile getirilmesi, büyük ölçüde Antakya meselesine masruf ise de, konuşmanın kapsamı mahallî olmayıp Suriye’nin geneline şamildir. Bu bakımdan şaşırtıcı cümle ve paragrafları dikkat çeken bu konuşma, Türkiye’de oluşan Suriyeli göçmen düşmanlığına bizzat ilk Cumhurbaşkanının verdiği cevap olması bakımından önem taşımaktadır.
Konuşmadaki görüşlere aynen katıldığımız için yayınlıyor değiliz. Bizim de inandığımız ve savunduğumuz bir gerçeğe, Suriye’nin tıpkı İran’ın mühim bir kısmı gibi bir “Türk yurdu” olduğu, halkının da asırlar boyu Anadolu’dan giden Türkler ve Çerkeslerin de içinde bulunduğu grupların Araplarla kaynaşarak meydana geldiği gerçeğine dikkat çekmiş olması bakımından önemli buluyoruz. (Öte yandan Aleviliğin “aleve tapan” anlamına geldiği iddiası tartışmalıdır.)
Aşağıda bu pek bilinmeyen konuşmayı kısa yorumlar eşliğinde dikkatinize sunuyorum (Atatürk’ün Bütün Eserleri, cilt 30, Kaynak: 2011, s. 119-123’ten aktaracağım).
Karpiç Lokantasında bir akşam
Takdim ve Suriye Başbakanının teşekkür konuşmasının ardından Atatürk söz alır ve özetle şunları söyler:
“Hatay meselesi şahsım için yeni bir mesele değildir. Mösyö Franklin Bouillon ile çok uzun görüştükten sonra, bir takım özel şartlarla Hatay’ı bıraktım. Bırakmayabilirdim. Fakat bıraktım. İki şey için bıraktım. Bir kere Suriye(nin) mevcudiyetini az çok kuvvetli bir hale koymak için. İkincisi, bir gün Türkiye ve Suriye birbirini anlayacaklardır, bir gün makûs (uğursuz) hareketler ortadan kalkacaktır, biz Suriyelilerle kolaylıkla anlaşırız diye bıraktım.”
Antakya/Hatay’ı neden bıraktığını böyle açıklayan M. Kemal, Hatay’da Fransızların Alevilik meselesini ortaya attıklarını söyler ve buna şu tezle karşı çıkar:
“Aleviler Türktür. Alevi aleve tapan demektir. Onlar eski Türklerdir. Ateşperest Türklerdir.”
Arkasından çok daha hayret verici bir iddiada bulunur:
“En nihayet lisan, Arapça, Türkçe vesaire, bir ırkın ayırt edici vasfı değildir.”
Siz, dil bir ırkın ayırt edici vasfı değilse nedir? Diye düşünürken arkasından gelen cümle büsbütün şoke edicidir. Konuşmacı o 21 Aralık gecesi şu ilginç cümleleri de söyler:
“Acaba bütün Suriyeliler hangi ırktandır? Arapça konuşmalarına rağmen belki aynı ırktanız.”
Şimdi bir özetle toparlayalım şaşkınlıkla okuduklarınızı:
Suriyeliler ile Anadolu Türklerinin aynı ırktan olduğunu söyleyen siyasetçi kim?
Cumhurbaşkanı K. Atatürk.
Nerede diyor bu sözleri?
Ankara’da, Karpiç Lokantasında.
Ne zaman diyor?
21 Aralık 1937 gecesi.
Nerede yayınlanıyor konuşma?
Kendi parasıyla kurdurduğu Türk Tarih Kurumu’nun neşrettiği Belleten adlı akademik dergide.
Yeter mi?
Yetmez elbette. Çünkü devamı var!
“Suriyeliler zekidir, moderndir, naziktir”
Bu şaşırtıcı konuşmadan bir iktibasta daha bulunmama müsaade edin lütfen. Şöyle bir şey de demiş:
“Fransızlar Suriyelileri adam yapmak istiyorlarmış. Fakat evvela kendileri adam olsunlar. Suriyeliler zeki, modern ve nazik insanlardır. Fransızların terbiyesine ihtiyaçları yoktur. Ben Suriye’yi bilirim. Gençliğimde Şam’da bulundum…”
Bundan sonra Suriyelileri övmeye geçen M. Kemal devam eder:
“Tarih maalesef yanlış anlaşılmıştır. Suriyeliler mükemmelen medeni iken acaba Fransızlar ne vaziyette idi?”
Konuşma üç buçuk sayfa boyu böyle devam edip gidiyor.
Bir özet çıkaralım mı:
Bir: Antakya’yı sonradan Suriyelilerle anlaşırız diye bırakmıştım.
İki: Suriyeliler bizim için yabancı değildir. Belki de aynı ırktanız.
Üç: Hatay’daki Alevîler ateşe tapan Türklerdir (burada Alevî kelimesinin ‘alev-î’, yani aleve tapan manasında olduğunu söyler).
Dört: Hatay’daki Suriyelilerin Arapça konuşuyor olması önemli değildir, sonuçta dil bir milletin ayırt edici özelliği değildir.
Beş: Suriyeliler zeki, modern ve nazik insanlardır ve Fransızlardan daha medenîdir.
İşin garibi şu ki, bugün kendisine Atatürkçü ve Kemalist diyenlerin sanki bu konuşmadan haberi yokmuş gibi Suriyelilere Arap ve yabanî bir halk muamelesi yapması ve onları -tıpkı bir zamanlar Fransızların onları gördüğü gibi- Avrupalı/Beyazlar karşısında bir utanç numunesi olarak görmeleri.
Neymiş:
“Suriyeliler zeki, modern ve nazik insanlarmış.”
https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/mustafa-armagan/meger-ataturk-suriyelilerle-belki-ayni-irktaniz-demis-43034.html